30 Ekim 2011 Pazar

Cahil Cesaretini seveyim..

Az önce okudum bu yazıyı, sizin de hoşunuza gideceğini düşünerek paylaşıyorum. Cesur ama cehaletsiz günler!

Televizyon izlerken birilerine bakıp da “Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş” diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp “Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?” diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD’li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:
“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi…

Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik “Nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi…
Soruların yüzde 10’una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların “testin yüzde 60’ına doğru yanıt verdiklerini” düşündükleri; hatta “iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları” ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90’ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70’ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.


cahil cesareti


Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu’nun metni yazıldı:
“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ’yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ’cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. ’Eksiler’ kariyer açısından ’artıya’ dönüşür. Sonuçta, ’kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ’fazla alçakgönüllü’ davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler…
Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler…
Muhtemelen üstleri tarafından da ’ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar… “Ne olur fazla mütevazi olmayın!… “Siz de çevrenize şöyle bir bakın” diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti…:)

Bence Dunning ile Kruger’in, bu çalışmalarıyla 2000’de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi’nin Ig Nobel’ini alma nedeni “cahil olmamalarıydı.”
Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel’in bir sözüyle bitiriyorum:
“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”
Yazan : Ece Temelkuran / HaberTürk Gazetesi
Vee Başaklar olgunlaştıkça boyunlarını eğerler diyerek bende bu yazımı kapatıyorum...

23 Ekim 2011 Pazar

2. grup anne



Az önce blogcuannenin bir yazısına göz attım inanılmaz hoşuma gitti işte bu dedim yine. Kendime çoğu zaman dert ettiğim, olmadığım bir hale bürünmeye çalışırken zorlandığım, bazen yetersiz olduğumu hissettiğim o annelik durumunu öyle güzel özetlemişki a-h-a dedim ben niye daha önce ifade etmedim bunu böyle açık şekilde  kendime bile... Heralde 2. grup anne olmayı kabullenemedim :)

Tamam çocuğu dışarı çıkarmak lazım hava alsın yok enerjisini atsın iki kedi köpek görsün biraz dış dünyayı keşfetsin falan da, öyle kolay değil bu mesele.
Bende bir de ayrıyeten Ersagunu tek çıkaramama var. Hem birşey olursa diye bir korku var sürekli içimde. Felaket seneryoları yazıyorum. Ya kapkaççı gelirse, ya damdan kafamıza kereste düşerse, ya yaramaz çocuklar falan etrafımızı sararsa arabayı sürerken dengemi kaybedersem, ya Ersagun meme diye tutturursa, çok ağlarsa durmazsa panik olursam diyee bissürü zırva geçer kafamdan ve o dakka zaten vazgeçerim dışarı çıkmaktan.
Hem sonra dediği gibi soğuk havalarda lahana gibi kat kat giydirme zorunluluğu da var. Yani bu biz ikinci gurup anneler için zorunluluk tabi. Normal giysileri üzerine giydir bir mont kafaya bir bere atkı falan çık işte, ama yoook olmaz o mont bere giydirilir ama bacaklar hemen iki sn arabaya binme mesafesinde üşüyebileceği için bir polar battaniyeyle ayrıyetten sarılır. Arabaya geçer geçmez battaniye sıyrılır mont bere çıkarılır terlememesine özen gösterilir. Kısa mesafeyse gidilecek yer tekrar inerken mont giydirilir birde küçük ve kolları bize gör dar bişi olduğundan gıcık birşeydir! Ersagun tam o esnada huysuzlanıp tam incekken arabada uyumaya yelteniir...
Hadi diyelim uzaklaşmayalım bir bakkala gidelim birlikte maksat hava almak değil mi? Ne mümkün bizim çocuk ağır biraz maşallah kol mu dayanır bel mi dayanır ona. Hal böyle olunca efendim biz bebeğimle eve tıkılıp kalıyoruz çoğu zaman. Halimizden memnun muyuz? pek sayılmaz tabi. Hem üşeniyoruz çıkmaya hem de eve kapandık diye hayıflanıyoruz.
Havalar iyiyken de bu sefer arabada terlememiz sorun olur. Klima zaten kapalı, cam tek taraflı açıkken biz içerde hep birlikte güneşin alnında sıcakta bunalırız. Ersagun bardaktan boşanırcasına terler ben onun atletlerini arabanın ön koltuklarının üstüne doğru sergi yaparım, gideceğimiz yere kadar en az üçüncü atleti giymiş oluruz.
Hadi bunca zahmetin ayy hasta olmasın diye şekilden şekile girmelerin üstesinden geldiikk, ulaştık bir yerlere gittik oturduk yemek yiycez hep birlikte, evdeki Ersagun restorana, bahçeye artık ya da her neresi ise uyar mı???  Uymaaazz uyamaz:) Çocuk ta haklı bunun kendince birçok nedeni var tabi:

1- İnsan içine girmek onun için sudan çıkmış balık etkisi yaratır.
2- Ev ortamına alışkındır kendi alanları, kendi televizyonu, kumandaları, kendi kepçesi, dağıtıp ta hiç bir zaman oynamadığı oyuncakları yoktur.
3- Arabasına bağlı olmaktan hiç haz etmez. Özgür bırakılmalıdır.
4- Mama sandalyesi evde de kullanmadığımız kullanamadığımız için oturtulduğu anda 'hıı tamam iyiymiş de bu bana göre değil hadi alın beni şimdi bunun içinden!!!' dediği bişeydir.



En çok da insan içine girmek korkutuyor bizim oğlanı. Alışkın değil ve bu durumu değiştirecek birşey de yok şu saatten sonra. Çok sosyal bir anne değilim ki hadi ben çıkmıyorum eve birileri geliyor diyeyim. Yok zaten çocuk varken sosyal olunmuyor. Vakit yokki buna. gideceksin, arayıp soracaksın, ilgileneceksin ki karşılığını alasın :) İşte annemler, akrabalar bir iki arkadaş o kadar bide baba:) Çocuk bunların dışında insan görünce afallıyor doğal olarak. Hele bir de üstüne düşülürse, sevmeye çalışırlarsa!! al sanaa eyvaa eyvaah:)

Geçenlerde Afşın'ın işyerinden bir arkadaşının Silivrideki evine kahvaltıya davetliydik. Cevahir abi, eşi ve biri 9 diğeri 4 yaşında olan iki oğlu güzel vakit geçiririz diye düşündüm hani çocuklu aile, ev ortamı, samimi insanlar falan.. Veledoş kahvaltı yapmadı, ağzına lokma koymadı bir huysuzluk bir ağlamalar banada yedirmedi doğru dürüst. kahvaltıdan sonra Afşınla Cevahir abi dışarı çıktılar şöyle bir turlayalım diye. Afşın çıktı ama geri dönene kadar benim de canım çıktı.
Emzir yok, oyna yok, salla yok hiç bir şeyle durdurmanın imkanı yok gözyaşı falan da yok ağlıyor ama...
Tabi ben sinir küpü Afşına kızıyorum içimden niye çıktı gitti diye. O gün de evlilik yıldönümümüzdü onlarda bana süpriz yapmaya pasta falan almaya çıkmışlar:) Sinirim kursağımda kaldı:) Çocuklar Ersagunla oynamaya çalıştıkça, onlar yaklaştıkça bizimki başlıyor feryat figan bağırmaya..O gün geç saate kadar hiçbir şey yemedi sonra akşama doğru sahilde gezerken açlık bastırdı kuru simite talim etti. Uyudu arabasında, Dönüş yolunda uyandı ve çok açtı. Acayip bir trafik vardı ve sadece emmek yetmiyordu. Çile yani başka bişey değil.




Çocukla gezme tozma zor, üşengeçlik bir yana eğer biraz titiz bir anneysen çocuğunun ne yediği ne içtiği, kaçta uyuyup uyandığı, nerde ne şekilde uyuduğu önemliyse, sırtının kuru altının temiz karnının tok ve halinden memnun olması senin için herşeye değerse işte böyle evden dışarı adım atamıyorsun. Doğru mu, Hayır kesinlikle değil. İkinci bebeğim olsa hemen daha kırkının çıkmasını beklemeden kapı kapı gezmeye gezdirmeye başlarım sürekli gezerim imkanım oldukça. insanlara alışsın, sıcak olsun.. Biz ersagunu alıştırmadık Cool takılıyor zibidik böyle bir mesefali tavırlar falan..

Anneler ikiye ayrılır:
1- Çocukla çocuk olup kuduranlar
2- Resim yapmak kitap okumak gibi daha sakin aktivitelerle günü geçirmeye çalışanlar

2. grup anne olarak çocuğum olduğu günden bu yana hep 1. gruba özendim, kıskandım. Olamıyorum, olmaya çalışıyorum ama olmuyo yani bende bir eğreti duruyor. Belki de bana öyle geliyordur ama zaten genel itibarı ile sakin daha yavaş bir tavrım olduğu için farklı da davranamıyorum. Hoş çocuk ne bilecek çizgimin dışına çıktığımı :)
Tabi oynuyoruz, çığlıklar atıyoruz bir erkek annesi olarak bunları hiç yapmamak zaten mümkün değil. Bir günü komple hadi kitap okuyalım, resim çizelim, bu ne şu ne diye kartlarla oynayalım, küp yapalım diye geçirebilmek imkansız. Enerjisini atamazsan uyumaz da.
Elticim Esracım, oğlumun süt annesi bu konuda müthiştir. O çocukgelişimi mezunu ve daha önce çocukesirgeme kurumunda çalıştı ama bence meslekle de ilgisi yok,  bu daha çok yetenek işi. Tamam çocuk oyunlarını, onların nasıl oyalanacağını tecrübeyle daha çok biliyor bir çok anneden, ama aynılarını ben yaptığımda durum farklı oluyor. Bilmekle olmuyor hayata geçirebilmek önemli olan.

Esra Umayı da alır ikisini birlikte evirir çevirir peşlerinde koşturur hem yeni yeni şeyler öğretir hem eğlendirir birlikte deli gibi enerji atarlar bende keyifle izlerdim ( ama artık yook:( :( )












20 Ekim 2011 Perşembe


Ersagunla bir gün nasıl geçiyor:

Ne yazıkki 4- 5 aydır uyku düzeni diye bir şey yok. Geçtiğimiz iki hafta boyunca hıh tamam oldu deyip düzene koymuştuk aksam 9 en gec 10 gibi uyuyordu ama şimdi 2 gecedir yine çok geç saatlere kalıyor çünkü öğlene kadar uyuyor ara uyku akşam üstüne kaldığı için gece de geç yatıyor.

Sabah yani öğlen birlikte kalkıyoruz, kahvaltımızı hazırlıyoruz
domates, salatalık, kayısıya yakın yumurta, zeytin, pekmezli-su (çaya benzetiyoruz)
bazen gözleme bazen de peynir yediremediğim için hafif salçalı kaşarlı tost yapıyorum değişik geldiğinden arada yedirebiliyorum.
kahvaltıyı baby tv eşliğinde bazen iyi bazen zoraki yapıyoruz
Güzellikle yediği tek şey salatalık.

Ben mutfağı, evi falan toplarken o kendi kendine bazen kartlarıyla oyalanıyor ( iyiki almışım ), bazen topun peşinde dolanıyor.


Yemek yapacaksam uyuduğu zaman yapmak üzere ön hazırlıklarını yapıyorum arada. Sonra biraz emziriyorum.
Müzik açıyoruz, daha aktif oyunlar oynuyoruz. Yorulunca kitaplara, küplere sarıyoruz.
Ersagunun en çok sevdiği uzun tahta kepçe:) ver eline mümkün değil bir daha alamazsın:) oğlum bu kepçe sayesinde beyzbolu keşfetti, topa kepçeyle vurup dolanmaktan acayip bir keyif alıyor.
Konsolun, masanın ya da yükseklerde ne varsa üzerindeki şeyleri kendine doğru çekebilmek için de kepçesini kullanıyor. Yani kepçe onun herşeyi :) Kepçe yüzünden artık evde yukarılara kaldırdığımız her ne varsa açılmayan çekmecelerde.
Sıkıldığı ve bana sarılmak istediği ( :)) ) zamanlarda yanıma gelip kollarını iki yana açıyor...
Kucak kucağa dans ediyoruz, işaret parmağını uzatıp istediği şeye yönlendiriyor beni. Buzdalabındaki magnetleri seviyoruz ama tehlikeli olduğu için kısa süreli oynamasına izin veriyorum yanındayken sadece, sonra hemen kaldırıyorum. Çünkü bir kere arkasındaki küçük mıknatısı nasıl olduysa yerinden çıkarmayı becermiş ve ağzında gevelerken son anda dank ettim.
Porselen kupalara ulaşmak hedefindeydi biz birşeyler içerken deliriyodu ona verelim diye. Verdim daha kalın kolay kırılmayacak kupaları oyuncak gibi önüne serdim iç içe koyduk kule yaptık. Şimdi hevesi geçti istemiyor:)
Kahvaltıdan 2 saat sonra falan ya bir meyve ya da meyve suyu veriyorum.
Ersagunu yalnız başına salonda bırakıp evin başka bir bölümüne geçemem, tuvalete bile, saniyede koltuk tepesinde yoksa. Gerçi dün akşam koltuğun nispeten daha yüksek olan ve korktuğumuz kolçaklarından tek başına gayet temkinli bir şekilde inebildi bir kaç kez ama olsun ya dengesini kaybeder düşerse..
Eğer yanından birkaç saniye ayrılmam gerekse, bu durumlarda baby tv kurtarıcım oluyor. Baby tv açıkken hayat duruyor yaşanacak tüm maceralar cazibesini yitiriyor.

Ara uykuda ben yemek yapıyorum ya da günlük işlerimi.
Uyandığında bazen huysuz oluyor. Biraz sonra yemeğimizi yiyoruz birlikte. Ersagunun mama sandalyesi olayı olmadığı için yemeklerimiz sıradan değil tabi. Cambaz oluyorum normal sandalyede o otururken bir bacağımla onu sabitleyip bir elimle yedirip öbür elimlede döktüklerini toplayıp yüzünü siliyorum.
Kıymalı sebze yemeği yanında pilav ya da makarna, yoğurt en sık yediğimiz mönü.
Balık yemiyor genelde ama yaptığım zaman - en az 20 günde bir mutlaka yapmaya çalışıyorum- çok acıkmış olmasına dikkat ediyorum ki yesin.
...
Sonra akşama da çorba içiyoruz. Ama öyle her çorbayı değil bir kere mercimek tarhana ağzına koymaz. Ya yayla çorbası ya pirinç ya da şehriye o kadar...
Ben de bunları kemik suyuyla yapıyorum genelde. İçine başka birşeyler karıştırdığımda oldu ama anladı zibidik içmedi..
Geç uyuduğu zamanlarda bazen gece içine dövülmüş ceviz fındık falan eklediğim muhallebi yediriyordum ama artık yapmıyorum direkt fındığı cevizi yediriyorum. Muhallebi yerine de bir çay bardağı kadar süt içiriyorum. İçerse o da.
Akşam 7 den sonra babamız gelipte Ersagun yorgunluğu / 2 olana kadar biz böyle vakit geçiriyoruz. Çoğunlukla da bu şekilde besleniyoruz.
Dün gece saat 1 i geçmişti baktım bizimkinin hala uyumaya niyeti yok sevimlilik akıyor heryerinden kararttım iyice ışığı serdim halının üstüne kartları şansımı denedim
Kuzu nerde hanii kuzu ?
Kuzuyu aldı
Hani hav hav aşkım?
Köpeği aldı
Ben daha bir mutluu, peki peki annecim hani ördek?
Baktı baktı ördeği buldu aldı!
Bu arada aldığını da aynı yerine koydu
Peki pekii bitanem ya fare?
Fare yi aldı
Civcivler nerde?
İçinde 5 tane civcivin olduğu kartı aldı
İnek hani? İnek kartımızı kaybetmişiz
Baktı baktı yok baktıı möö möö dedi :)
Çoook mutlu oldum alıp içime soktum güzel tatlı sevimli kuzum Senii çok ççoookk ama çoook seviyorum...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Çağrı amcalar artık Kayserili

Gidicez, gidiyoruz derken gittiler işte, terk-i diyar eylediler. Burada, İstanbulda, bizi  - babanneyi - dedeyi öylece bırakıp gittiler. İşte halamızın dediği gibi belli olmaz ya; özel sektör belki gün gelir dönerler.

Amcanın işi Kayseriye düştü. Çok sordu bize, hepimize; gideyim mi, gitmeli miyim? nasıl olur daha mı iyi olur? kötü mü olur yoksa? diye. Hiçbirimiz gitme diyemedik, diyemezdik, demedik de, O da topladı evi barkı gitti. Buradaki işi sallantıda, oradaki garantiyken kimse böyle bir riski göze alamazdı. Babannemiz ardından 'gitme demedim belki deseydim gitmezdi' diye ağladı, biz de çok üzüldük ama bir anne kadar olamaz tabi.

Baba yanındaki son gece sonuna kadar tuttu kendini, dirayetle. Eve geldiğinde bıraktı tuttuğu her ne varsa. Hepimiz için buruk bir gecenin sabahında, dün sabah çıktılar yola.
Çağrı amca, Esra süt anne ve umaaay artık Kayserililer.


Bu Kayseriye gitme muhabbeti çıktı çıkalı çok geyik döndü bununla ilgili. Babanne dışında hepimiz eğlendik. Onun yüreğine bir sızı yerleşmişti de biz işin esprisindeydik. Hep yok gitmezler gibi geldi. Çok alışmıştık. Çok alışmışız, alışmışım. Ben aralarına gireli iki yıl olmasına rağmen Annemlere her gittiğimde Esra'nın şen şakrak Umayla Ersagunla oyunlar oynamasına, Umay'ın beklenmedik gelişimine, Esra'nın deyimiyle hergün yeni bir icat' ına, olur olmaz küsmelerine sonra boynuma sarılmalarına, Ersagun'u kıskanmalarına, Balkondaki sigara sirkülasyonuna, muhabbetlere, muhabbet koyu olduğunda bi kahve içelim deyip bebelerin buna fırsat vermemesine, yemek seçmelerinden dolayı annemin ne pişiricem diye düşünmelerine, calliou pepe damlanın dolabı vs çocuk programlarının evin herhangi bir halkının izleyeceği programın önüne geçmesine, daha burada yazmadığım bir dolu şeye o kadar alışmışım ki..

Dün akşam öyle ıssız oturduk annemle, çay içtik sofrayı bir kurduk bir kaldırdık. Ama tatsız...
Hiç bir şey her zamanki gibi değil, ve belki de artık uzuuunca bir zaman ya da artık hiç olmayacak. 

Fırsatını bulduğumuz en kısa zamanda Kayseri yolu göründü bize.. Zaten Tuğçe halamızı da özledik..

3 Ekim 2011 Pazartesi

uyku sorunsalı

Saat şu an tam tamına 05:33 ve ben saat 3 civarı itibarı ile koca bir gülümseme ve kıpır kıpır bir ifadeyle kalkan küçük haydutumun enerjisiyle başa çıkmaya çalışıyorum.
uykuyu tam düzenledik diyoruz, yine birşey çıkıyor. Bu gece de tüm gün kaka yapmadığı için rahatsız oldu kalktı. Şimdi yapabilmek için egzersiz yapıyor, esneye esneye.

1 Ekim 2011 Cumartesi

abur cubur oburu

Bu günlerde bana bir haller oldu. Ağzım bir dakka boş durmuyor, sürekli bir tıkınma halindeyim. Kaşık kaşık nutellalar, kremalı bisküviler, kraker, fındık ceviz.. Arada meyve, küçük beyimiz için alınan pudingler ve daha neler neler. Ersaguna birşeyler yedirmeye çalışırken bir iki  üç - beş kaşık ta ben aşırıyorum mesela her ne ise. Alıp yanıma koyup bir tabağa yemesemde mutfağa gidip gidip avuçluyorum. Hayra alamet olsun.

Düzenli yemek yediğim ve yemek düşkünü olduğum pek söylenemez, öyle yemekten keyif alanlardan da değilim, doymak için yerim. Tabi sevdiğim yemekleri saymassak. Ama bizim evde yemekler artık damak tadımıza göre değil besin değerlerine göre pişiriliyor. Belkide bu nedenle yemekten alınacak haz abur cubura kayıyor. Durup dururken bahanemi de uydurdum bu arada. Bahane mahane bir kenara seviyorum artık günlük hayatın parçası haline geldi, keyif alıyorum sürekli birşeyler gevelemekten.
Tam bir abur cubur oburu oldum.

Neyse ki kilolu değilim hatta standartların altında olabilirim.Hem Ersagun'un enerjisine yetişmeye çalış hem ondan arda kalan zamanlarda eğer fırsat verirse harala gürele ev işleri yap kilo mu kalır zaten. Eee bir de emziriyorum. Tüm bu tehlikeli kalorili şeylere rağmen incecik kalmak güzel :)

Allahım bir gofret bu kadar mı fevkaladenin fevkinde olur . Ülker 9 kat tat tan bahsediyorum.
Bu nasıl bir şey ki böyle:) Demincek açtım paketini, çayın yanında ohh ne güzel gitti. Ama hemencik bitiverdi. Bence yıllardır aynı pakette olan bu gofretin pazarlamasına diyecek hiçbir şey yok. Adamlar bu işi biliyorlar. Paketi küçük tutup tadın damağında kalmasını sağlıyorlar.. Eskiden bir ara takıntım olmuştu 9 kat.  Babam her akşam gelirken 1 - 2 tane alırdı. Ben gofretlerin en çok fındıklısıyla çileklisini severdim (hala öyle), babam muzlusunu yerdi.  Eşek kadar kızdım ama buna nasıl çocuk gibi sevinirdim.
Şimdi de babamız getiriyor evimizin babası.

Gofreti lezzetimin bitmesiyle hayıflanırken Sevgilim taze öğrenci kocam "çok obursun dikkat et biraz" dedi. Birilerinin bana dur demesine ihtiyacım vardı:) :)  Gerçekten, içten - samimi bir o kadar da korkutucu - caydırıcı. Ve sevgili kocam noktayı koydu bu duruma :) yani umarım. Söz uçar yazı kalır ya yazıyorum buraya. Özellikle de yazarken ağzım hep dolu olduğundan yazıyorum buraya. Kendimi esefle kınıyor ve bundan böyle takibe alıyorum.