20 Aralık 2011 Salı

Same old same old..





Uzuun bir aradan sonra tekrar takip listemdeki blogların arasında kayboldum. İnsan başkalarını okurken bu çeşitlilikte valla günlerim boşa geçiyor diyor. Hepimizin off olduğu zamanlar vardır mutlaka, günlük sıradan bazen harala gürele bazen sessiz sedasız. Geçen saatlerin farkında bile olmadığımız amaaan boşver dediğimiz, geç kaldığımız şeylere üzüldüğümüz, yapabileceğimiz şeylere kendimizi yetersiz gördüğümüz, hayata öyle bakakaldığımız zamanlar...
Ardından telaş başlar, yakalayabilmek için kaçırdıklarımızı. Yaşamı telaş içinde yaşayan ben zorlanmam buna o yüzden sık sık karşılaşırım bu durumla. Bir yere gidilecekken telaş, bebeğimizin uyku saati aman yine şaşmasın telaş, ahh yemek yok acıktı ama telaşş, dizi kaçtı telaş, aman hiçte kitap okumuyorum elime alırım bir kitap hadi bitireyim telaş, birileri gelecek evin her yeri her yerde hadi çabuk toplayalım telaşş hep bir telaş aklıma gelenler bunlar..basit öz..

Uzun bir ara oldu yazmayalı. Yüksek lisans için ALES hazırlıkları ve iş aramayla geçen uzun bir zaman. İki iş görüşmesi yaptım, biri Mercedes ti ve beklendiği gibi hüsranla sonuçlandı biri Abdi İbrahim hala beklemede ( ikinci mülakata çağıracaklarını söylediler) bakalım hayırlısı. Kalite Güvence Mühendisliği pozisyonu için İK nın tanımlaması göz korkutucu olsada iyi bir firma ve bir yerden başlamak gerek artık diye düşünüyorum. Mercedes diğer bütün köklü alman firmaları gibi tabiki üretim için iyi bir almanca istiyor. Okul yıllarında dil için bişeyler yapmadığıma çok pişman oldum hadi almanca öğrenmedim bari elimdekini tutsaydım ingilizcemi köreltmeseydim. Bu pişmanlıklar, iç çekişlerle şu anda elimde bulunan hayal kırıklıkları birleşince böyle ortaya iş kariyer vs için umutsuz ev kadını profili öne çıkıyor. İş aramaya devam tabi ama artık bir yerden başlamış olsam belki gelecek için gerçekten neyi istediğimi benim için neyin uygun olduğuna karar verebilirim. Yada belki karar vermek için çok geç olacak bir yerden başalaya da bilirim. İşte bunun olmasından çekiniyorum.

Bundan sonrası için hiç bir şey olmazsa da yüksek lisans için asılmaya karar verdim. Zaten zamanında niye yapmadım ki bir de bunun pişmanlığı var içimde, neden akademik kariyer düşünmedim. Tamam inek bir öğrenci hiç sayılmazdım hatta yanından bile geçmezdim, vizeye finale bile girmeyip amaan nasıl olsa bütünlemede geçerim diyendim o kadardım yani, ama kafa çalışıyordu hala çalışıyor:) ama geçti borun pazarı akademik kariyermiş falanmışş filanmışş ancak izdüşümünden teğet geçebildim o kadar. Şimdi Allah izin verirde ALES ten iyi bir şey gelirse (umuyorum) ve kabul edilebilirsem yüksek lisans yapmak istiyorum. Evli - çocuklu - mutlu olmak evet güzel :) hayatımda herşey yolunda bu anlamda ama kariyeri de bir yola koyabilsem ne ala olurdu!
Tam da burada Hayatımın anlamı, kıymetlim uyanır...



Uyandı bebeğim annesine sokuldu, biraz nazlandı sütlü kahvesini emdi:) sonra annesi ona sebzeli köfteli labneli makarnasını yedirdi, dijitürkümüz arızalı neden bilmem baby tv açıp yazıma devam etmek istedim, olmadı trt çocukla yetinmeye çalışıyoruz şu anda. Tethys store dan aldığım kartlara ilgisini halen yitirmedi. 15 karttan şu anda elimizde 9 kartımız kaldı kayboldu gitti bugün 3 tanesini pencereden attı gözümün önünde. Kalanları serdim önüne oynadık biraz o oyalana dururken devam ediyorum..

Ersagunum canımın içi 12 Aralık günü 18 aylık oldu. Bugün tam 1.5 yıl+ 8 gündür dünyada, aramızda, içimizde. Aslında benim için 1.5 yıl+ 8 gün + 9 ay. Allahım herkesin yavrusuna uzun sağlıklı ömür nasip etsin..

Hala konuşmuyor, söyleyebildikleri; mama, baba, meme, dede, anne, mööö, havhav, gakkgak, huu (su) gibi şeyler. Yani biz daha dört aylıkken bilinçli bir şekilde babasını işaret ederek baba dediğinde şaşıp kalmıştık. Şimdi teselli niyetinde nazar değdiğine inandırdık kendimizi babasıyla:)
Dil gelişimi değil bizimki dil gerilemesi oldu bikaç ay önce babanne annane geel, hadii gibi şeyler söyleyebiliyoken bugün derdini anlatmak için daha çok bağırma, çığırma, paçadan çekiştirme, elinden tutup istediği şeye götürüp onu parmakla gösterme gibi metodlar kullanıyor. Herşeyi anlıyor, bundan eminiz !! kesinlikle anlamadığı bişey yok gibi maşallah. Ersagun sana kızarım bak dediğimde bana hıı deyip parmak sallıyor bayılıyorum :) Mutfakta işim varken gelip dolapların kapaklarını açıp içindeki şeyleri dışarı çıkartırken ben Afşııın diye seslendiğimde çok korkuyor mesela niye korkuyor neden anlamadık yani babası geldiğinde hiç ikaz da bulunmadı yada kaşlarını çatmadı korkabileceği birşey yok ama içgüdüsel bir şekilde onu şikayet ettiğimi anlayıp, korkup kaçıyor.

Bu aralar büyük terlikleri ayakkabıları giymeye hevesli, biz aman düşecek derken o öyle mükemmel bir şekilde onlarla yürümeyi beceriyor ki şaşıp kalıyoruz. Son zamanlarda hemen hemen her gün dışarı çıkartıp yürüttüğümüz için, şartlı hareket montunu yada çantasını ve/veya  ayakkabılarını fortmantodan kapıp bize getiriyor sonra kapıya koşuyor. Yemek zamanlarında sandalyesini masaya yaklaştırıp hazırlıyor. Oraya oturmaya hevesli olduğu kadar keşke değişik tatlara da hevesli olsa..

Ersagunun asla yemediği şeyler var, yemekten bıkmadıkları da.. mesela yayla çorbasından bıkmıyor, ben artık yapmaktan sıkıldım yani her türlü gözüm kapalı 1000 çeşit yayla çorbası yapabilirim ama kuzum onu içmekten sıkılmadı tencerede kaldırıp yayla çorbasını gösterdiğimde bile sakinleşiyor  aa aaa deyip sevincini gösteriyor. İlginçç :) Asla peynir yemiyor son zamanlarda değişik şeylerle karıştırıp sadece labne verebiliyorum ya da tostun içinde kaşar yiyor tabi minnacık. Ve çoğulukla yoğurt yemiyor. Zaten bende artık mayalamıyorum çok nadir olarak normal satın aldığımız yoğurttan yemeğin yanında veriyorum. Çok ta sıkıntı etmiyorum çünkü zaten yayla çorbası yoğurt...
Kahvaltı çeşitliliğinde çığır açmış durumdayım. Normalde ben ki tanıyan herkes bunu bilir kendime asla bişey hazırlamam öyle hazırda dolapta ne varsa yada hamileliğim boyunca yediğim cornfleksle sabahı kurtarırım ama oğlum için şahane şeyler hazırlıyorum yesin diye (kendimi takdir ettim bilmem farkettin mi kocacımm) gözlemeler, sütlü unlu biberli maydonozlu patatesli peynirli (çaktırmadan) omletler, renkli patates topları daha neler neler.. güne kahvaltıyla başlıyoruz, eğer kahvaltımız beklenen kadar tatmin edici olmazsa bir saat sonra verdiğimiz meyveyi çok tutuyoruz. uyuyoruzz uyanınca yemeğimizi yiyoruz, akşamda yatmadan önce çorba içiyoruz ve bitiyo gidiyoo :)

Ersagun diş bahanesiyle galetaları götürüyor arada zaten o galetalara sebep kuzum kabız 1 aydır. 3 gün önce doktor amcayı ziyaret ettik yine, yesin dedi şu anda ilaçlarla kakasını yapabiliyor. İlk başta bir kere kabız oldu sonra yaparken zorlandı ve makatını çatlattı sonrada canı yandı, canı yanacak diye kaka yapmayı hep erteledi ve ertelediği için de ne yerse yesin fayda etmedi kabızlık kısır döngüye girdi. Doktorun dediği buydu. Zaten bizde öyle tahmin etmiştik. Şimdi popiş iyileşene, Ersagun acıyı unutana kadar bu ilaçları kullanacağız. İçirmek öyle zor ki enjektörle sıkıyoruz ağzına yapacak bişey yok.



Bazen keşke ikiz olsaydı diyorum ya da yaşına yakın bir kardeşi olsaydı o da yok en azından yakınlarda oturan akran kuzenleri olsaydı. Hiç biri yok. Oyun zamanı geldi Ersagunun. Evde hiçbirşey yapamıyoruz bir kişinin sadece tamamen onunla ilgilenmesi gerek oyun oynaması gerek hiç birşey yapamıyorsa elinden tutup ordan oraya birlikte koşması gerek. Oyuncaklarla oynamaz benim oğlum ilgisini daha çok tencere tava kepçe kupa vs vs.. çeker o da kısa bir süre. Hayat kurtaranlar var tabi kartlarımız ve iç içe geçen kutularımız gibi. Enerjim yetmiyor. Kendime zaman ayırmaya gelince de yok zaten öyle bir zaaman :) ve ben tecrübesiz ve ben acemi ve ben kimsenin çocuğunu büyütmesine tanıklık etmemiş annelik cahili bir kadınım! İşte elimden geldiğince okuyorum, araştırıyorum, büyüklere soruyorum. Ama şunu anladım çok iyi anladım çocukla oyun oynamak biraz da yetenek işi karakter işi. Çünkü çocukla çocuk olabilmek çok önemli.









birtanem

" Çocuklarınız, sizin çocuklarınız değildir. Bunlar kendini özleyen hayatın oğulları ve kızlarıdır. Siz bunların dünyaya gelmelerinearacı oldunuz, fakat bunlar sizin değildir. Gerçi onlar sizinle beraberdir, fakat sizin malınız olamazlar. Onlara sevginizi verebilirsiniz, fakat düşüncelerinizi asla. Çünkü onların kendilerine özgü düşünceleri vardır. Siz
onların gövdelerini barındırabilirsiniz, fakat ruhlarını barındıramazsınız,
çünkü ruhları yarının sarayındadır. Sizse orasını rüyanızda bile göremezsiniz.
Siz onlara benzemek için uğraşabilirsiniz, fakat onlar kendinize benzetmek için
uğraşmayınız. Çünkü hayat geriye adım atmaz dün ile ilgilenmez. "


(Halil Cibran)



30 Ekim 2011 Pazar

Cahil Cesaretini seveyim..

Az önce okudum bu yazıyı, sizin de hoşunuza gideceğini düşünerek paylaşıyorum. Cesur ama cehaletsiz günler!

Televizyon izlerken birilerine bakıp da “Ya bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş” diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı? Onlara bakıp “Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?” diye iç geçirdiniz mi?

Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD’li bu hissi çok yaşamış olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:
“Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır.”
Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:
Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.
Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.
Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan da acizdirler.
Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi…

Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve klasik “Nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi…
Soruların yüzde 10’una bile yanıt veremeyenlerin “kendilerine güvenleri” müthişti. Onların “testin yüzde 60’ına doğru yanıt verdiklerini” düşündükleri; hatta “iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları” ortaya çıktı.
Soruların yüzde 90’ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise “en alçakgönüllü” deneklerdi; soruların yüzde 70’ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı.


cahil cesareti


Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu’nun metni yazıldı:
“İşinde çok iyi olduğuna” yürekten inanan ’yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür!
Ancak bu ’cahillik ve haddini bilmeme’ karışımı mesleki açıdan müthiş bir itici güç oluşturur. ’Eksiler’ kariyer açısından ’artıya’ dönüşür. Sonuçta, ’kifayetsiz muhterisler’ her zaman ve her yerde daha hızlı yükselirler…
Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında ’fazla alçakgönüllü’ davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini beklerler…
Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye çekerler…
Muhtemelen üstleri tarafından da ’ihtiras eksikliği’ ile suçlanırlar… “Ne olur fazla mütevazi olmayın!… “Siz de çevrenize şöyle bir bakın” diyeceğim ama eminim bu satırları okurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti…:)

Bence Dunning ile Kruger’in, bu çalışmalarıyla 2000’de, Nobel yerine Harvard Üniversitesi’nin Ig Nobel’ini alma nedeni “cahil olmamalarıydı.”
Gönlümün nobelini bu ikiliye vererek yazımı Bertrand Russel’in bir sözüyle bitiriyorum:
“Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.”
Yazan : Ece Temelkuran / HaberTürk Gazetesi
Vee Başaklar olgunlaştıkça boyunlarını eğerler diyerek bende bu yazımı kapatıyorum...

23 Ekim 2011 Pazar

2. grup anne



Az önce blogcuannenin bir yazısına göz attım inanılmaz hoşuma gitti işte bu dedim yine. Kendime çoğu zaman dert ettiğim, olmadığım bir hale bürünmeye çalışırken zorlandığım, bazen yetersiz olduğumu hissettiğim o annelik durumunu öyle güzel özetlemişki a-h-a dedim ben niye daha önce ifade etmedim bunu böyle açık şekilde  kendime bile... Heralde 2. grup anne olmayı kabullenemedim :)

Tamam çocuğu dışarı çıkarmak lazım hava alsın yok enerjisini atsın iki kedi köpek görsün biraz dış dünyayı keşfetsin falan da, öyle kolay değil bu mesele.
Bende bir de ayrıyeten Ersagunu tek çıkaramama var. Hem birşey olursa diye bir korku var sürekli içimde. Felaket seneryoları yazıyorum. Ya kapkaççı gelirse, ya damdan kafamıza kereste düşerse, ya yaramaz çocuklar falan etrafımızı sararsa arabayı sürerken dengemi kaybedersem, ya Ersagun meme diye tutturursa, çok ağlarsa durmazsa panik olursam diyee bissürü zırva geçer kafamdan ve o dakka zaten vazgeçerim dışarı çıkmaktan.
Hem sonra dediği gibi soğuk havalarda lahana gibi kat kat giydirme zorunluluğu da var. Yani bu biz ikinci gurup anneler için zorunluluk tabi. Normal giysileri üzerine giydir bir mont kafaya bir bere atkı falan çık işte, ama yoook olmaz o mont bere giydirilir ama bacaklar hemen iki sn arabaya binme mesafesinde üşüyebileceği için bir polar battaniyeyle ayrıyetten sarılır. Arabaya geçer geçmez battaniye sıyrılır mont bere çıkarılır terlememesine özen gösterilir. Kısa mesafeyse gidilecek yer tekrar inerken mont giydirilir birde küçük ve kolları bize gör dar bişi olduğundan gıcık birşeydir! Ersagun tam o esnada huysuzlanıp tam incekken arabada uyumaya yelteniir...
Hadi diyelim uzaklaşmayalım bir bakkala gidelim birlikte maksat hava almak değil mi? Ne mümkün bizim çocuk ağır biraz maşallah kol mu dayanır bel mi dayanır ona. Hal böyle olunca efendim biz bebeğimle eve tıkılıp kalıyoruz çoğu zaman. Halimizden memnun muyuz? pek sayılmaz tabi. Hem üşeniyoruz çıkmaya hem de eve kapandık diye hayıflanıyoruz.
Havalar iyiyken de bu sefer arabada terlememiz sorun olur. Klima zaten kapalı, cam tek taraflı açıkken biz içerde hep birlikte güneşin alnında sıcakta bunalırız. Ersagun bardaktan boşanırcasına terler ben onun atletlerini arabanın ön koltuklarının üstüne doğru sergi yaparım, gideceğimiz yere kadar en az üçüncü atleti giymiş oluruz.
Hadi bunca zahmetin ayy hasta olmasın diye şekilden şekile girmelerin üstesinden geldiikk, ulaştık bir yerlere gittik oturduk yemek yiycez hep birlikte, evdeki Ersagun restorana, bahçeye artık ya da her neresi ise uyar mı???  Uymaaazz uyamaz:) Çocuk ta haklı bunun kendince birçok nedeni var tabi:

1- İnsan içine girmek onun için sudan çıkmış balık etkisi yaratır.
2- Ev ortamına alışkındır kendi alanları, kendi televizyonu, kumandaları, kendi kepçesi, dağıtıp ta hiç bir zaman oynamadığı oyuncakları yoktur.
3- Arabasına bağlı olmaktan hiç haz etmez. Özgür bırakılmalıdır.
4- Mama sandalyesi evde de kullanmadığımız kullanamadığımız için oturtulduğu anda 'hıı tamam iyiymiş de bu bana göre değil hadi alın beni şimdi bunun içinden!!!' dediği bişeydir.



En çok da insan içine girmek korkutuyor bizim oğlanı. Alışkın değil ve bu durumu değiştirecek birşey de yok şu saatten sonra. Çok sosyal bir anne değilim ki hadi ben çıkmıyorum eve birileri geliyor diyeyim. Yok zaten çocuk varken sosyal olunmuyor. Vakit yokki buna. gideceksin, arayıp soracaksın, ilgileneceksin ki karşılığını alasın :) İşte annemler, akrabalar bir iki arkadaş o kadar bide baba:) Çocuk bunların dışında insan görünce afallıyor doğal olarak. Hele bir de üstüne düşülürse, sevmeye çalışırlarsa!! al sanaa eyvaa eyvaah:)

Geçenlerde Afşın'ın işyerinden bir arkadaşının Silivrideki evine kahvaltıya davetliydik. Cevahir abi, eşi ve biri 9 diğeri 4 yaşında olan iki oğlu güzel vakit geçiririz diye düşündüm hani çocuklu aile, ev ortamı, samimi insanlar falan.. Veledoş kahvaltı yapmadı, ağzına lokma koymadı bir huysuzluk bir ağlamalar banada yedirmedi doğru dürüst. kahvaltıdan sonra Afşınla Cevahir abi dışarı çıktılar şöyle bir turlayalım diye. Afşın çıktı ama geri dönene kadar benim de canım çıktı.
Emzir yok, oyna yok, salla yok hiç bir şeyle durdurmanın imkanı yok gözyaşı falan da yok ağlıyor ama...
Tabi ben sinir küpü Afşına kızıyorum içimden niye çıktı gitti diye. O gün de evlilik yıldönümümüzdü onlarda bana süpriz yapmaya pasta falan almaya çıkmışlar:) Sinirim kursağımda kaldı:) Çocuklar Ersagunla oynamaya çalıştıkça, onlar yaklaştıkça bizimki başlıyor feryat figan bağırmaya..O gün geç saate kadar hiçbir şey yemedi sonra akşama doğru sahilde gezerken açlık bastırdı kuru simite talim etti. Uyudu arabasında, Dönüş yolunda uyandı ve çok açtı. Acayip bir trafik vardı ve sadece emmek yetmiyordu. Çile yani başka bişey değil.




Çocukla gezme tozma zor, üşengeçlik bir yana eğer biraz titiz bir anneysen çocuğunun ne yediği ne içtiği, kaçta uyuyup uyandığı, nerde ne şekilde uyuduğu önemliyse, sırtının kuru altının temiz karnının tok ve halinden memnun olması senin için herşeye değerse işte böyle evden dışarı adım atamıyorsun. Doğru mu, Hayır kesinlikle değil. İkinci bebeğim olsa hemen daha kırkının çıkmasını beklemeden kapı kapı gezmeye gezdirmeye başlarım sürekli gezerim imkanım oldukça. insanlara alışsın, sıcak olsun.. Biz ersagunu alıştırmadık Cool takılıyor zibidik böyle bir mesefali tavırlar falan..

Anneler ikiye ayrılır:
1- Çocukla çocuk olup kuduranlar
2- Resim yapmak kitap okumak gibi daha sakin aktivitelerle günü geçirmeye çalışanlar

2. grup anne olarak çocuğum olduğu günden bu yana hep 1. gruba özendim, kıskandım. Olamıyorum, olmaya çalışıyorum ama olmuyo yani bende bir eğreti duruyor. Belki de bana öyle geliyordur ama zaten genel itibarı ile sakin daha yavaş bir tavrım olduğu için farklı da davranamıyorum. Hoş çocuk ne bilecek çizgimin dışına çıktığımı :)
Tabi oynuyoruz, çığlıklar atıyoruz bir erkek annesi olarak bunları hiç yapmamak zaten mümkün değil. Bir günü komple hadi kitap okuyalım, resim çizelim, bu ne şu ne diye kartlarla oynayalım, küp yapalım diye geçirebilmek imkansız. Enerjisini atamazsan uyumaz da.
Elticim Esracım, oğlumun süt annesi bu konuda müthiştir. O çocukgelişimi mezunu ve daha önce çocukesirgeme kurumunda çalıştı ama bence meslekle de ilgisi yok,  bu daha çok yetenek işi. Tamam çocuk oyunlarını, onların nasıl oyalanacağını tecrübeyle daha çok biliyor bir çok anneden, ama aynılarını ben yaptığımda durum farklı oluyor. Bilmekle olmuyor hayata geçirebilmek önemli olan.

Esra Umayı da alır ikisini birlikte evirir çevirir peşlerinde koşturur hem yeni yeni şeyler öğretir hem eğlendirir birlikte deli gibi enerji atarlar bende keyifle izlerdim ( ama artık yook:( :( )












20 Ekim 2011 Perşembe


Ersagunla bir gün nasıl geçiyor:

Ne yazıkki 4- 5 aydır uyku düzeni diye bir şey yok. Geçtiğimiz iki hafta boyunca hıh tamam oldu deyip düzene koymuştuk aksam 9 en gec 10 gibi uyuyordu ama şimdi 2 gecedir yine çok geç saatlere kalıyor çünkü öğlene kadar uyuyor ara uyku akşam üstüne kaldığı için gece de geç yatıyor.

Sabah yani öğlen birlikte kalkıyoruz, kahvaltımızı hazırlıyoruz
domates, salatalık, kayısıya yakın yumurta, zeytin, pekmezli-su (çaya benzetiyoruz)
bazen gözleme bazen de peynir yediremediğim için hafif salçalı kaşarlı tost yapıyorum değişik geldiğinden arada yedirebiliyorum.
kahvaltıyı baby tv eşliğinde bazen iyi bazen zoraki yapıyoruz
Güzellikle yediği tek şey salatalık.

Ben mutfağı, evi falan toplarken o kendi kendine bazen kartlarıyla oyalanıyor ( iyiki almışım ), bazen topun peşinde dolanıyor.


Yemek yapacaksam uyuduğu zaman yapmak üzere ön hazırlıklarını yapıyorum arada. Sonra biraz emziriyorum.
Müzik açıyoruz, daha aktif oyunlar oynuyoruz. Yorulunca kitaplara, küplere sarıyoruz.
Ersagunun en çok sevdiği uzun tahta kepçe:) ver eline mümkün değil bir daha alamazsın:) oğlum bu kepçe sayesinde beyzbolu keşfetti, topa kepçeyle vurup dolanmaktan acayip bir keyif alıyor.
Konsolun, masanın ya da yükseklerde ne varsa üzerindeki şeyleri kendine doğru çekebilmek için de kepçesini kullanıyor. Yani kepçe onun herşeyi :) Kepçe yüzünden artık evde yukarılara kaldırdığımız her ne varsa açılmayan çekmecelerde.
Sıkıldığı ve bana sarılmak istediği ( :)) ) zamanlarda yanıma gelip kollarını iki yana açıyor...
Kucak kucağa dans ediyoruz, işaret parmağını uzatıp istediği şeye yönlendiriyor beni. Buzdalabındaki magnetleri seviyoruz ama tehlikeli olduğu için kısa süreli oynamasına izin veriyorum yanındayken sadece, sonra hemen kaldırıyorum. Çünkü bir kere arkasındaki küçük mıknatısı nasıl olduysa yerinden çıkarmayı becermiş ve ağzında gevelerken son anda dank ettim.
Porselen kupalara ulaşmak hedefindeydi biz birşeyler içerken deliriyodu ona verelim diye. Verdim daha kalın kolay kırılmayacak kupaları oyuncak gibi önüne serdim iç içe koyduk kule yaptık. Şimdi hevesi geçti istemiyor:)
Kahvaltıdan 2 saat sonra falan ya bir meyve ya da meyve suyu veriyorum.
Ersagunu yalnız başına salonda bırakıp evin başka bir bölümüne geçemem, tuvalete bile, saniyede koltuk tepesinde yoksa. Gerçi dün akşam koltuğun nispeten daha yüksek olan ve korktuğumuz kolçaklarından tek başına gayet temkinli bir şekilde inebildi bir kaç kez ama olsun ya dengesini kaybeder düşerse..
Eğer yanından birkaç saniye ayrılmam gerekse, bu durumlarda baby tv kurtarıcım oluyor. Baby tv açıkken hayat duruyor yaşanacak tüm maceralar cazibesini yitiriyor.

Ara uykuda ben yemek yapıyorum ya da günlük işlerimi.
Uyandığında bazen huysuz oluyor. Biraz sonra yemeğimizi yiyoruz birlikte. Ersagunun mama sandalyesi olayı olmadığı için yemeklerimiz sıradan değil tabi. Cambaz oluyorum normal sandalyede o otururken bir bacağımla onu sabitleyip bir elimle yedirip öbür elimlede döktüklerini toplayıp yüzünü siliyorum.
Kıymalı sebze yemeği yanında pilav ya da makarna, yoğurt en sık yediğimiz mönü.
Balık yemiyor genelde ama yaptığım zaman - en az 20 günde bir mutlaka yapmaya çalışıyorum- çok acıkmış olmasına dikkat ediyorum ki yesin.
...
Sonra akşama da çorba içiyoruz. Ama öyle her çorbayı değil bir kere mercimek tarhana ağzına koymaz. Ya yayla çorbası ya pirinç ya da şehriye o kadar...
Ben de bunları kemik suyuyla yapıyorum genelde. İçine başka birşeyler karıştırdığımda oldu ama anladı zibidik içmedi..
Geç uyuduğu zamanlarda bazen gece içine dövülmüş ceviz fındık falan eklediğim muhallebi yediriyordum ama artık yapmıyorum direkt fındığı cevizi yediriyorum. Muhallebi yerine de bir çay bardağı kadar süt içiriyorum. İçerse o da.
Akşam 7 den sonra babamız gelipte Ersagun yorgunluğu / 2 olana kadar biz böyle vakit geçiriyoruz. Çoğunlukla da bu şekilde besleniyoruz.
Dün gece saat 1 i geçmişti baktım bizimkinin hala uyumaya niyeti yok sevimlilik akıyor heryerinden kararttım iyice ışığı serdim halının üstüne kartları şansımı denedim
Kuzu nerde hanii kuzu ?
Kuzuyu aldı
Hani hav hav aşkım?
Köpeği aldı
Ben daha bir mutluu, peki peki annecim hani ördek?
Baktı baktı ördeği buldu aldı!
Bu arada aldığını da aynı yerine koydu
Peki pekii bitanem ya fare?
Fare yi aldı
Civcivler nerde?
İçinde 5 tane civcivin olduğu kartı aldı
İnek hani? İnek kartımızı kaybetmişiz
Baktı baktı yok baktıı möö möö dedi :)
Çoook mutlu oldum alıp içime soktum güzel tatlı sevimli kuzum Senii çok ççoookk ama çoook seviyorum...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Çağrı amcalar artık Kayserili

Gidicez, gidiyoruz derken gittiler işte, terk-i diyar eylediler. Burada, İstanbulda, bizi  - babanneyi - dedeyi öylece bırakıp gittiler. İşte halamızın dediği gibi belli olmaz ya; özel sektör belki gün gelir dönerler.

Amcanın işi Kayseriye düştü. Çok sordu bize, hepimize; gideyim mi, gitmeli miyim? nasıl olur daha mı iyi olur? kötü mü olur yoksa? diye. Hiçbirimiz gitme diyemedik, diyemezdik, demedik de, O da topladı evi barkı gitti. Buradaki işi sallantıda, oradaki garantiyken kimse böyle bir riski göze alamazdı. Babannemiz ardından 'gitme demedim belki deseydim gitmezdi' diye ağladı, biz de çok üzüldük ama bir anne kadar olamaz tabi.

Baba yanındaki son gece sonuna kadar tuttu kendini, dirayetle. Eve geldiğinde bıraktı tuttuğu her ne varsa. Hepimiz için buruk bir gecenin sabahında, dün sabah çıktılar yola.
Çağrı amca, Esra süt anne ve umaaay artık Kayserililer.


Bu Kayseriye gitme muhabbeti çıktı çıkalı çok geyik döndü bununla ilgili. Babanne dışında hepimiz eğlendik. Onun yüreğine bir sızı yerleşmişti de biz işin esprisindeydik. Hep yok gitmezler gibi geldi. Çok alışmıştık. Çok alışmışız, alışmışım. Ben aralarına gireli iki yıl olmasına rağmen Annemlere her gittiğimde Esra'nın şen şakrak Umayla Ersagunla oyunlar oynamasına, Umay'ın beklenmedik gelişimine, Esra'nın deyimiyle hergün yeni bir icat' ına, olur olmaz küsmelerine sonra boynuma sarılmalarına, Ersagun'u kıskanmalarına, Balkondaki sigara sirkülasyonuna, muhabbetlere, muhabbet koyu olduğunda bi kahve içelim deyip bebelerin buna fırsat vermemesine, yemek seçmelerinden dolayı annemin ne pişiricem diye düşünmelerine, calliou pepe damlanın dolabı vs çocuk programlarının evin herhangi bir halkının izleyeceği programın önüne geçmesine, daha burada yazmadığım bir dolu şeye o kadar alışmışım ki..

Dün akşam öyle ıssız oturduk annemle, çay içtik sofrayı bir kurduk bir kaldırdık. Ama tatsız...
Hiç bir şey her zamanki gibi değil, ve belki de artık uzuuunca bir zaman ya da artık hiç olmayacak. 

Fırsatını bulduğumuz en kısa zamanda Kayseri yolu göründü bize.. Zaten Tuğçe halamızı da özledik..

3 Ekim 2011 Pazartesi

uyku sorunsalı

Saat şu an tam tamına 05:33 ve ben saat 3 civarı itibarı ile koca bir gülümseme ve kıpır kıpır bir ifadeyle kalkan küçük haydutumun enerjisiyle başa çıkmaya çalışıyorum.
uykuyu tam düzenledik diyoruz, yine birşey çıkıyor. Bu gece de tüm gün kaka yapmadığı için rahatsız oldu kalktı. Şimdi yapabilmek için egzersiz yapıyor, esneye esneye.

1 Ekim 2011 Cumartesi

abur cubur oburu

Bu günlerde bana bir haller oldu. Ağzım bir dakka boş durmuyor, sürekli bir tıkınma halindeyim. Kaşık kaşık nutellalar, kremalı bisküviler, kraker, fındık ceviz.. Arada meyve, küçük beyimiz için alınan pudingler ve daha neler neler. Ersaguna birşeyler yedirmeye çalışırken bir iki  üç - beş kaşık ta ben aşırıyorum mesela her ne ise. Alıp yanıma koyup bir tabağa yemesemde mutfağa gidip gidip avuçluyorum. Hayra alamet olsun.

Düzenli yemek yediğim ve yemek düşkünü olduğum pek söylenemez, öyle yemekten keyif alanlardan da değilim, doymak için yerim. Tabi sevdiğim yemekleri saymassak. Ama bizim evde yemekler artık damak tadımıza göre değil besin değerlerine göre pişiriliyor. Belkide bu nedenle yemekten alınacak haz abur cubura kayıyor. Durup dururken bahanemi de uydurdum bu arada. Bahane mahane bir kenara seviyorum artık günlük hayatın parçası haline geldi, keyif alıyorum sürekli birşeyler gevelemekten.
Tam bir abur cubur oburu oldum.

Neyse ki kilolu değilim hatta standartların altında olabilirim.Hem Ersagun'un enerjisine yetişmeye çalış hem ondan arda kalan zamanlarda eğer fırsat verirse harala gürele ev işleri yap kilo mu kalır zaten. Eee bir de emziriyorum. Tüm bu tehlikeli kalorili şeylere rağmen incecik kalmak güzel :)

Allahım bir gofret bu kadar mı fevkaladenin fevkinde olur . Ülker 9 kat tat tan bahsediyorum.
Bu nasıl bir şey ki böyle:) Demincek açtım paketini, çayın yanında ohh ne güzel gitti. Ama hemencik bitiverdi. Bence yıllardır aynı pakette olan bu gofretin pazarlamasına diyecek hiçbir şey yok. Adamlar bu işi biliyorlar. Paketi küçük tutup tadın damağında kalmasını sağlıyorlar.. Eskiden bir ara takıntım olmuştu 9 kat.  Babam her akşam gelirken 1 - 2 tane alırdı. Ben gofretlerin en çok fındıklısıyla çileklisini severdim (hala öyle), babam muzlusunu yerdi.  Eşek kadar kızdım ama buna nasıl çocuk gibi sevinirdim.
Şimdi de babamız getiriyor evimizin babası.

Gofreti lezzetimin bitmesiyle hayıflanırken Sevgilim taze öğrenci kocam "çok obursun dikkat et biraz" dedi. Birilerinin bana dur demesine ihtiyacım vardı:) :)  Gerçekten, içten - samimi bir o kadar da korkutucu - caydırıcı. Ve sevgili kocam noktayı koydu bu duruma :) yani umarım. Söz uçar yazı kalır ya yazıyorum buraya. Özellikle de yazarken ağzım hep dolu olduğundan yazıyorum buraya. Kendimi esefle kınıyor ve bundan böyle takibe alıyorum.





30 Eylül 2011 Cuma

Değişim

Yağmuru seviyorum,
Yağmurda tembellik yapmayı, camdan bakmayı, dışarıda ıslanmayı, arabayla ıslak sokaklarda ilerlemeyi, toprak kokusunu, suyun sesini en çok da yağmurda Ersagun da uyuduğunda kendimle başbaşa, elimde bir kupa çayla keyif yapmayı seviyorum. Şu anda tamda öyle yapıyorum. Saat 04:30 uykum var ama olsun keyfim de var uyku beklesin.

Baharları seviyorum,
Yazdan sonra geleni, kıştan sonra geleni, ılık değişimleri, insanı ferahlatıyor içine su serpiyor. Ben baharları seviyorum. Dört mevsimi yaşayabildiğimiz için ne şanslıyız.

Değişimleri seviyorum,
Herşey değişir, sürekli değişir mevsimler gibi. İnandığın gerçekler de, önceliklerin de, amaçların da, dostlukların da, asla olmaz dediklerin de..
Olmasaydı hayat yavan olurdu. Değişmese bile önemini yitirirdi..

Herhangi birşeyden iki kere aynı hazzı alamazsın. Marjinal fayda diye birşey var. Afşın öyle der:)

Oğlum büyüycek, biz yaşlanıcaz, düşünceler değişecek, bedenler değişecek. Belki seneler sonra kuşaklarımızı çatıştırıcaz. Umarım zamanın değişimine ayak uydurabilirim..

























28 Eylül 2011 Çarşamba

televizyon bağımlısı

Gece saat 1.00 Ersagun şu anda isyan bayrakları elinde koşturuyor salonda oraya buraya. Televizyon seyretmek istiyor. Baby ve babyfirst tv akşam 10 da inzivaya çekildiğinden, bir süre disney junior ile eyledik beyimizi. Eyledik derken öyle sürekli değil, alt açma seanslarımız yemek yedirme falan, işimiz düştüğünde yani. Başka yolu yoktu -  ya da olmadığına kendimizi inandırıp vicdanımızı rahatlattık. Bir süre sonra dediğim gibi gerçekten de televizyonu açmaktan başka bir çıkış yolu kalmamıştı. Alışmıştı.

Sırayla çıkan programları ezbere biliyor tepki veriyor zibidik.
Mesela çok ilgilenmediği bir programda koşarak mutfağa gider, annesinin daha yeni yerlerine yerleştirdiği her ne varsa çekmecelerden fırlatıp atar, o aradada bişeyler bulur ilgilenecek tencere tava falan ama bu arada kulağı tv de. Beğenmediği programın bitiş müziğinden yada seslerinden hemen anlar ki sırada sevdiği program var koşarak tekrar salona geçer, tv sehpasnın önünde sevincinden yerinde duramaz anne babaya bakar gülücükler saçar..

Az önce açtım televizyonu. Saat 2 yi geçiyor. Benim oğlumun ikna kabiliyeti süper onunla gurur duyuyorum!!!
Gecenin sessizliği de alt kattaki suratsız komşularımız da Ersagunun umrunda değil. Güzelce aksiyon planını uyguladı ve başarıyı yakaladı.
- Önce bacağıma yapışıp ınne ınne dedi
yerimden kalkmadım
- Isırmaya başladı (çok pis incecik ısırıyor), aldım kucağıma sıkıştırdım biraz öpptüm sevdim ohh
yere bıraktım bana gıcık oldu antikucak benim oğlum
- Elimi tutup çekmeye çalıştı ınnnneee kalktım kumandaların durduğu koltuğu işaret etti
anlamamazlıktan geldim hıh :)
Ona kitap okumaya çalıştım ı ııı olmadı
Kitaptaki resimleri anlatmaya çalıştım ııı ııııı olmadı
Döktük oyuncakları yine ortaya . Zaten oyuncakların yeri her yer orası burası evin her yeri, sepette çok nadir duruyor
- Ses yapabilcek cinsten oyuncaklarını ordan oraya fırlattı engellemeye çalıştığımda bana parmak salladı hıııı
- Matruşka bebeklerle biraz oyalanır (bu ara revaçta) dedim, onlarda tekeeer teker fırlatılıp atıldı.
Alt katta oturan sevgili bayan suratsız her ne kadar sizden zerre kadar haz etmesemde bu saatte bu kadar gürültü patırtıyı normal insan doğasından sayıp normal kalabildiğiniz için size teşekkür borçluyum. Hımm Yoksa evde değil misiniz? Yani çoktan vurmuştunuz yoksa tavana tavana birşeyle.

Pes ettim sonunda! Daha saymadığım; kucağıma aldım salladım avizeye yükselttim dooinng yaptım  dırı vırı falan filan bi dolu faaliyet atağım karşılıksız kaldı. Bu saatte bu kadar mücadele yeter dedim, pes ettim. Televizyonu gün içinde açmıştım, alt açarken, tabağındaki son lokması ile peşinde koşarken. Limit dolmuştu. Mağmafil bu durum Ersagunu pek enterese etmiyordu.



Saat 2 yi geçiyor Oğlum Orman kavşağı diye bişi izliyor filler var yarışıyorlar. Ardından Küçük Eınsteinlar var ben biliyorum yaa onu bekliyor. Gözünden uykuları aka aka.

Uyku düzenini düzensizliğini nasıl yola koyabilirim artık şaşırdım. Sanırım bu böyle devam edecek. gece saat 2 lerde 3 lerde yatıcaz. Sabahın köründe 5 te 6 da kalkıcaz, yatakta anne babayla uğraşıcaz. Babaya eh ehh yapıcaz anneye çimdik atıcaz sonra sokulup kendimizi sevdiricez . sonraa taa bidaha sabah 9 a doğru uyuycaz, öğleden sonra  1 de kalkıcaz. 4 - 5 gibi akşamüstü uykusuna yatıcaz bu arada sabahtan bu yana hiçbir şey ağzımıza tek lokma bile koymamış olucaz çünkü asıl afyon bu uykusundan sonra patlıyor. Sonra bidaha 6 buçuğu buluyor kalkması . Eee gece tabi uyumaz bu çocuk. Uykusu geldiğinde de erteleyemiyorsun bu mümkün değil. Uyandıramıyorsun, denedik ve pişman olduk..Hadi şu sıra diş geliyor diye gene ciddi bir yapılanma içine giremiyoruz ama bu böyle devam etmez Paşam etmemeli. Gece uykusu büyüme hormonları için çok önemli.

Çok dikkatli izliyor ama nasıl keyifli.. bir elinde çıbık kraker :)
Televizyondaki hızlı hareket akışı bebek beyninin kabul edebileceği ölçüde değilmiş. Ve beyin gelişimini etkiliyor. Hadi gel bunları bile bile Ersagunun keyfine ortak ol.
oofff off

Uykum var oğlum noluur hadi kalk gidelim uyuyalım nenennen yapalım.
Bak ayaklarının uykusu gelmişş baakk dizlerine çıkmış baakk bak ellerininde gelmiş bebeğim gözlerine de çıkmışş hadi uyuyalım Ersagun bak seninde uykun gelmiş..








Lohusalık Sendromu

Sabahın köründe aklıma geldi, dedim biraz lohusalıktan bahsedeyim
Daha önceden yazmaya başlamadığım için biraz da eksikliğini hissettim, yazmalıyım dedim.
Önemli bir süreç:p

Lohusalar yalnız bırakılmaz denir ya hani, albasar bilmem ne. Bence lohusalar uydurmuş olabilir bunu. Çünkü onlar yalnızlıktan olabildiğine korkarlar...
Bana olmadı birşey ki biraz korkağımdır olmayan birşeyi düşüncelerimle yaratıp kendi kendimi korkutma becerilerim bile var. Buna rağmen benim başıma gelmediyse böyle birşey, zannediyorum yoktur. Albasması bilimsel olarak annenin endişeli durumunun üstüne birde yorgunluk ve uykusuzluğun eklenmesi ile halüsinasyonların baş göstermesi olarak açıklanıyor. Bende bunların hepsi hat safhadaydı, doğumdan sonra üç gün boyunca hiç uyumadım diyebilirim. Yanımda hem annem hem kayınvalidem olduğu halde ya uyursam bebeğimi duymassam gibi bir takıntı içindeydim.
Büyükler hep der fırsat buldukça uyuu uyuu diye ama sen sallamazsın yorgunluktan bitmeyi bile göze alırsın ama uyuduğunda sanki o gidecek bişey olacak sanırsın.



Ersagun yaşamının ilk haftasında sarılık oldu. Böyle birşeyi ilk defa gördüm ve söyleselerdi daha önce muhtemelen inanmazdım; banyodan sonra havlusu sapsarı olmuştu, bebeğim resmen renk verdi. Yaklaşık 20 gün sarılık mücadelesi verdik. Kontrol için her gittiğimizde bebeğimin topuğundan kan alınıyordu. Yenmenin tek yoluysa sık emzirmekti. Bu da daha fazla uykusuzluk daha fazla yorgunluk daha fazla endişe kaygı vs demekti.
Çok ağladım o dönem, kimseyi dinlemedim çok yıprtattım kendimi, beni anlamadıklarını düşündüm, herkesin beni geçiştirmeye çalıştığını düşündüm. Bebeğe tek bakabilceklerimi düşündükleri için deli olmalıydılar. Ben o küçücük o minicik sevgilime bu acemilikle nasıl bakardım, bayosunu nasıl yaptırırdım, kıyafetlerini onun ufacıık bedenine zarar vermeden nasıl değiştirirdim, hatta altını nasıl temizlerdim..

Hamilelik tospembe geçiyor, içindeki canlının gelişimini hafta hafta takip ediyorsun. Ultrasona gireceğin zamanları heyecanla bekliyorsun, bu zamanları oğlunla kavuşma gibi görüyorsun. Tekmeleriyle hareketleriyle dünyalar senin oluyor, biliyorsun ki canlı sağlıklı.. Hamlilelikte doğumdan sonrasını aslında hiiç düşünmüyorsun. Neyle karşılaşacağını bilmiyorsun. Yeni doğmuş bir bebek neler yapar? Bakımı nasıldır? Emzirmek nasıl birşeydir? Doğru tutuş nedir ? Banyosu nasıl yaptırılır? bunun gibi senin için asıl gerekli konular üzerinde hiç kafa yormuyorsun. Bekarsan, çocuk sahibi değilsen zaten çocukları uzaktan sevmek senin için yeterli. Daha önce hiçbir bebekli hayatın parçası olmadığından doğumdan sonra kendini sudan çıkmış balık gibi hissediyorsun. Ben şimdi ne yaparım?

Annem küçük yaşta evlenmiş, benimle hep babannem ilgilenmiş yani anneme güvenemiyordum. Babannem de yanımdaydı ama artık yaşlıydı Ersagunu tutabilecek takati olduğuna inanmıyordum. Bir tek kayınvalidem olunca rahat ediyordum. O geldiğinde bayram sevinciyle karşılıyordum.
Hatta kadıncağız gelemediğinde içten içe küsüyordum :)
Tuhaf bir dönem işte, hem heyecanlı mutluu hem de bir o kadar kaygılı korkulu. Hele de yapında biraz alınganlık zaten varsa off yanındakilere Allah sabır versin. Anne olmaya hazır hissetmek te çok önemli olmalı tabi. Ben değildim, biz değildik, biz hiçbir şeye hazır değildik.
Lohusalık sendromu denilen şey buymuş. Ve gerçekten zormuş.

Bu durum bu duygular ben kendimi henüz tamamiyle kaybetmeden giderek azalmaya başladı. Tabi Afşın'ın desteğini, sabrını kesinlikle azımsamam.. bitanecim benim..
Ersagun 3-4 aylıktı, biraz ele avuca geldi.
Bizde hep beraber nefes aldık.










27 Eylül 2011 Salı

Evlilik yıldönümü


Geçtiğimiz Pazar evliliğimizin 2. yıldönümüydü.

25 Eylül,
Daha 2 yıl cık oldu ama sanki seneleer seneler önceydi düğünümüz. Bu kısacık zaman içersine çok şey sığdırdık. 2 yıllık evlilik, 9 aylık gebelik, 15 aylık ebeveynlik...

Çocukla birlikte Çiftlikten Aile hayatına geçişimiz elbette pürüzlere yol açtı. Birkere artık hiçbir şekilde kendi başına hareket edemiyorsun tamamen bu küçük canlıya bağlısın. Başbaşa yapabildiğimiz şeyler, mutfakta yaşanan mini sohbetler ve arada derede izlenen filmlerle sınırlı. Üzerine bir de yorgunluk uykusuzluk Ersagunun hastalık dönemleri ve neden olduğu huysuzlukları, senin iş güç benim ev içi streslerim, duygusal kaprislerim, bunalımlar, iniş çıkışlar da eklenince yük aşımından çöküşe geçişlerimiz kaçınılmaz oluyor. Kötü oluyor tabi. Uzatmamak lazım. Biz kısa kesebiliyoruz çoğu zaman neyse ki...

Az önce blogcuanne. com da bir yazıya odaklandım,
tıkla bak  Başarılı bir çalışma. Katılıyorum.

Ve biz birbirimizi seviyoruz hepsinden önemlisi bu. Gerisii boş.


















24 Eylül 2011 Cumartesi

Nurturia mimi

NurturiaAnne bebek konulu birçok siteye üye oldum şimdiye kadar ama Nurturia gibisi yok...
Bir sürü anneyle tecrübeli tecrübesiz bir sürü şey paylaşıyorsun.
Bende kendimi mimliyorum

21 Eylül 2011 Çarşamba


Bugün bir site keşfettim
http://akillibebek.com

4-5 gündür bizimkine bir hal oldu, oyun oynamayı reddediyor, sadece tv izlemek istiyor. Tüm bebek kanallarını seyrine seferber etmiş durumdayım, yeterki ağlamasın diye. Tv yi kapattığımda huysuzlanıyor ağlıyor. Mutfakta olmama sinir oluyor, gelip paçamı çekiştiriyor.
Ne yapsam diye düşünüyorum.
Yetmediğimi, yetesiz olduğumu, gelişimine yeterince yeterlilik gösteremediğimi düşünüyorum...
Kitaplar araştırdım, oynayabileceğim oyunlar
Kitap alsam belki 1-2 dk bakar karıştırır ondan sonra fırlatır atar. Oyun kartları aldım, iyi de bişeydi bana göre. Yararlı olacağını ilgisini çekeceğini düşündüm.

https://www.tethystore.com/yeni/index.php

Siparişimiz geldi. 2 kutu aldım "Eğitici oyun kartları" ve "2 li tamamlama kartları"
Ersagun mutlu oldu ( bir anlık) baktı baktı.. gösterdim isimlerini söyledim oynamaya çalıştım
fırlattı attı
Belki daha küçük diye
Belki de ( en kuvvetli ihtimal) benim küçük sevgilim TV ye fazla alıştı :(
Şimdi ne yapsam ne yapsam diye düşünüyorum?? bu konuda tecrübem, eğitimim yok
Ben acemi hallerimle birşeyler göstermeye çabalarken onun bu ilgisizliği de açıkcası beni bunaltıyor, yıldırıyor..
Bebeğinize mutlaka kitap okuyun diyorlar. Bizimki için bu çook zor biliyorum, elimize geçen herseyi yırtıyoruz fırlatıp ( birde geriye doğru omzunun üstünden hoop arkaya doğru) atıyoruz..

Yıkılmadım ayaktayım :))) mücadeleden vazgeçmicem. artık TV yok. belki günde yarım saat o kadar. Müzik dinleriz napalım. evde bizbize sessiz sedasız sıkılırız da..
Bir süre kalsın ev işleri vs...

Aşağıda akıllıbebek.com un 12-24 ay bebekler için aktivite önerileri var.


Akıllı Bebek - Beyin Geliştirici Aktiviteler

* Çocuğunuzla konuşun. Karşılıklı diyalog zekasını geliştirmenin en basit ve en etkili yoludur.

* Her gün mutlaka kitap okuyun.

* Her şeyi sayın ve her şeyin ismini söyleyin.

* Günde 1 saaten fazla televizyon seyrettirmeyin.

* Kendi kendine yemek yemesini ve bardaktan su içmesini özendirin. Böylece güven ve bağımsızlık duyguları kazanacaktır.

* Beraber şarkı ve tekerlemeler söyleyin.

* Dışarıdaki her türlü aktiviteyi beraber yapın. Markete gitmek gibi mesela. Gördüklerinizi ve yaptığınız şeyleri anlatın.

* Eşyaların renklerini söyleyin.

* Çocuğunuza bir kutu vererek kapağını açması, kapatması, içine objeler doldurması ve boşaltmasını sağlayın.

* Açık, kapalı, içeride ve dışarıda kavramlarını öğretin. Bunun için basit kutulardan faydalanabilirsiniz.

* Büyük motor becerilerini geliştirecek aktiviteler yapın. Örneğin; merdiven inip çıkmak. Bu üst ve alt kavramlarının gelişmesine de yardımcı olur.

* Bu yaştaki çocuklar henüz beraber oynamayı ve paylaşmayı bilmeselerde etraflarında çocuk olmasından hoşlanırlar.

* Ona içine bir şeyler doldurup odada gezdirebileceği, hatta içine girip oturabileceği bir kutu veya sepet verin


Cumartesi Akşamı

Hafta sonu Melis teyzemize gittik.
Yeni evleri gerçekten şirin ve güzeldi. 2 sıra merdivenlerle inilen, çiçeklerin, ağaçların, ferahlığın ve lezzetin bol olduğu bir bahçesi var. Akşam saat 7-7:30 gibiydi gittiğimizde ve bahçede masamız hazırdı, keyif için herşey tamamdı:) Ersagun hariç
veledoşumuz çok fazla insan içine çıkmadığı için kendisi kalabalıktan pek hoşlanmadı. Üstelik onları görmeyeli de epey zaman olmuştu. Bir de bir de ahh o kediler yok mu!!!
Çok korktu onlardan
Afşın da ben de iyi zaman geçirdik ama aynı şeyi Ersagun için söyleyemem. Biz bahçede mangal keyfi yaparken onu salonda TV karşısında bırakmak zorunda kaldım. Onu sakinleştirmemin tek yolu buydu. Çok ağladı çünkü yavrumm içine çeke çeke.
Geç saate kadar kaldık, özlemişim canım arkadaşımı
Melis büyümüş, bizi görünce çok mutlu oldu kocaman açtı gözlerini gülümseyerek tattlım benimm.
Büyüyorlar, çocuk olacaklar sonra genç ...


15 Eylül 2011 Perşembe

Dünden Bugüne Ersagun


20 günlük
Ne çabuk geçti zaman, ne ara o minicik ellerin avucumun içinden taşıyor

1. gün


Acemiliğimiz de komik şimdi hatırladıkça gülüyoruz,
Sen öğrettin bize anne baba olmayı
Oğlummm Seni çoook seviyoruz




Uyurken sen nefesini dinlerim,
Sağlıklı, mutlu olman tek dileğim

Herşeyin ayrı güzel, seni koklamaya doyamam
Oğlummm Seni çooook seviyoruz




1 aylık
Doğumdan sonra bir süre babannemizde kaldık. Ersagun 1 aylıkken gaz sancıları başladı. Doğumdan 20 gün sonra babanneye taşındık 1 ay da orada kaldıktan sonra evimize geri döndük.
Artık bebeğimle tek başıma kalmıştım:) ama nee :))
Ersagun her ağladığında babanneye, ordanda doktorun yolunu tuttuk.
Medicananın nöbetçi çocuk doktoru her defasında bizi gülerek karşıladı :)





2 aylık

Anne kokusu, dokunmak herşey... En etkili ilaç huysuzluğa uykusuzluğa birebir:)
Ana kucağı, baba sıcağıı:)
Baba omzu ve evin içinde koşar adım söylenen asker marşları:)

3 aylık

Ersagun 6 aylık olana kadar uyurken parmağını emdi. Bazen uyanıkken de
Korktuğu zaman onun savunmasıydı parmak emmek...
Süpürge sesinden korkup hemen parmakla kendini uyuturdu
 Ersagun'un telkin yöntemi:)
Meme ağzındayken baş parmağı hazırlardı, ağzından çıkar çıkmaz hemen parmağı ağzına sokardı sanki programlanmış gibi çok komikti:)


5 aylık

Yakışıklı oğlum benim
Melekler hep seninle olsun
Korkular senden uzak olsun
Uykuların hep mışşıl mışşıl
Rüyaların hep renkli hep eğlenceli olsun
Allahım seni nazarlardan korusun
AMİN





5 aylık


4. Ayımızın sonlarında Bursaya genç dedemiz ve büyük büyük babannemize ziyarete gitmiştik. Ersagun o zamanlar daha güleç bir bebekti kahkahalarıyla herkesi mest etti...







6 aylık
 Babayla sevişik ikizler :) akşamları seviyoruz çünkü baba geliyor. Ersagun daha 4 aylıkken baba demeye başladı.






9 aylık
Full dikkat Baby tv izliyoruz
Bu ara çok daha fazla bağımlı oldu. Bizim küçük bacak kadar bile olmayan veledoşumuz Babasının veliahtı artık bir televizyon bağımlısı maalesef. Sabah kalkar kalkmaz ilk işi televizyonun düğmesine basmak:)
2 gündür izletmiyorum sadece 1 saat günde o kadar
bakalım sonuç ne olacak








1 yaş



İlk doğumgünü alışverişimizde
Daha o zamanlar aymamıştı. Şimdi oturmuyor arabasında. İnecekmiş arabayı kendi sürecekmiş.
Bizde napalım bari boş sürmesin, aldıklarımızı arabaya koyuyoruz o sürüyor:)







Çıldıırın çıldırııın bu taraftarr için çıldırıınn!!!





13 aylık
 Bursada dede ziyaretimizde, çok memnunuz halimizden ömer dayıyla oynuyoruz







14 aylık




13 Eylül 2011 Salı

Hayatımın EN Güzel Günü - Hoşgeldin Ersagun

Öncelikle itiraf etmeliyim ki, hamileyken bana ne olduğunun farkında değilmişim, hayatıma nasıl bir anlam kattığımın, nasıl değer kattığımın, artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağının farkında değilmişim. İnsanların bazen nice uğraşlarla sahip olamadığı bu mutluluğun ne derece önemli ve tüm uğraşları da sonuna kadar hak ettiğinin farkında değilmişim. 12 Haziran 2010 gününden itibaren artık bir Anne olacağımın farkında değilmişim.
Anneliğin ne kadar eşsiz bir duygu olduğunun farkında değilmişim...



Vee vakit geldi çattı, 11 Haziran 2010 aksamında, annanee babanne evimizdeydi. Annem benim hamilelik kaprislerimle uğraşıyordu yazık. Eşime de yapıyordum ama anneme yaptığım naz niyaz artık aşmıştı. Annem sesini bile cıkarmıyordu ne desem yapıyordu çaresiz Canım annem. Bebek şekerleri çikolatalar, kapı süsü vs.. gereksiz ne varsa son gün kadıncağızın başına kaldı. O aksam eve getirdiğinde süslemelere burun kıvırarak canım annemin canını sıktım:) Anneler evlatlarının herseyine boyun eğer..

Heyecanlıydım, korkuyordum.. Doğum cumartesi günüydü ve pazartesi sabahı taburcu olup evimize gelecektik. Sorunsuz gececek miydi? Bebek saglıklı mıydı? İlk defa ameliyata girmenin korkusu vardı daha çok..

Akşam 7 den sonra birşey yemem yasaktı. Heyecandan yerimde duramıyordum. Zaten yerinden zor kalkan cüssemle evin içinde ordan oraya dolaştım durdum. Yatak odası gelen olur diye ince ince toplandı hazırlandı kalan tüm kirliler çamaşır makinasına tıkılıp saklandı. Çanta, bavul kontrol edildi. Beşik yerinde hazır, küçük meleğimizi bekliyordu. Herşey tamamdı..

Son bebeksiz gece dedi kayınvalidem, rahat uyu:) Duşa girdim. Yattım.. Uyuyamadım... Uyuyamadım.. Döndüm Durdum  Hayal kurdum.. Bebeğim nasıl birşeydi.. Neye benziyordu.. En çok kime benzeyecek acaba ? Emzirme nasıl olacak, süt gelmiyorki daha falan filan..

Sabah 06:30 yola çıktık. Bahçelievler Yaşam Hastanesinde oldu doğum. Doktorumuz Ali Gedikbaşı'na sonsuz teşekkürler bir daha bir daha. Doğum sabah 9 daydı fakat yatış işlemleri için 7 de orada olmalıydık. İşte odadaydık, her şey tamam, hasta bakıcılar hemşireler orada, ameliyat elbisesini de giydim:) Başladım ağlamaya:) Annem, kayınvalidem, esra, çağrı, taze babamız hep birlikte bebeğimizi bekliyoruz.
Esra o halimle birkaç fotoğrafımı çekmişti diye hatırlıyorum ama bende yoklar isteyip eklemeli :)

Afşın'ın gözlerinin içine bakıyorum acaba aynı duyguları mı yaşıyoruz diye. AMA YOK:)
Uzuuun bir bekleyişin sonuna gelmiştik. Hamilelik, bazen hormonlardan stresli, kaprisli ama yinede keyifli bir süreç. Doğum, 9 ay boyunca karnında büyüttüğün, kanınla beslediğin, ultrason görüntülerinden bişeylere benzetmeye çalıştığın, tekmeleriyle hareketleriyle yaşadığın, onu görmeden daha kendi canından çok onun canının sağlığını düşündüğün parçanın sıcak nefesine kavuşma vakti.

Son dakika, Melis aradı. Anneliği yeni tattığından duygulanmıştı. Korkma birazdan bebeğini kucağına alacaksın dua et..


Melis canım arkadaşım, hamileliğimizi birlikte geçirdik, kısa zamanda çook şey paylaştık. Evimizin bahçe katında oturan ve bana ilaç gibi gelen bu hayattaki ilk komşum. Benden 16 gün önce doğum yaptı, tatlı mı tatlı bir kızı dünyaya geldi. Oğlumuzun bu ilk arkadaşının ismi de Melis oldu. Bizim tatlı Melislerimiz...

12 Haziran 2010 saat 09:30 Faruk Ersagun Aydın dünyaya merhaba dedi. 3.380 gram ve 52 cm doğdu. Kendisi Aydın ailesinin halihazırdaki en küçük bireyi...

Onu kucağıma aldığım an, ,işte o an tarif edilemez hiç bir anne tarafından. Buruşmuş cildi, pespembe yüzü elleri öyle güzeldi ki.. O an anlıyorsun ki hayatının sonuna kadar hiçbir karşılık beklemeden sonsuz bir hoşgörüyle, sabırla, ilahi bir güçle sevebileceğin bu miniğin Annesisin!



Babalık için aynı şey söylenemez tabi :) gün geçtikçe oluşan gelişen bir hadiseymiş bu. Afşın'ın ilk günkü hisleriyle şimdiki arasında upuzun yollar aşılmaz dağlar var. Ersagun'un ilk 2-3. ayından itibaren Afşın oğlu için deli olan, oğlunun gözlerindeki gülümseme ile mutlu olan bir baba.

İlk muaynesi yapıldı ve doktor bizi rahatlatan cevabı verdi herşey normal:) Kayseriden Halamız facebookta http://www.facebook.com/#!/ersagun.aydin  ilk fotoğrafını paylaştı hemen, sevdiğimiz herkes bizi görmeye geldi. Bizde fırsattan yararlandık. Birazcık Şımardık :)



10 Eylül 2011 Cumartesi

Büyüklere oyuncaklar..

Biliyorum aslında o alınan oyuncakların cogu bana, yoksa Ersagunun alakası yokki oyuncaklarla, ona kepçe olsun, bizim biraz uzunca ahşaptan bi kepçemiz var ona bayılıyor favorisii o olsun, tencere, tava olsun.. hıımm buarada en yeni gözdemizde porselen kupalar. Üzerindeki resimleri bile benzetiyoruz dedeye. Bir tane tuz buz etti, bir tane normal düştü kırıldı, bir tanesi azıcık çatladı. Eline ver iki kupa iç içe koysun çığlıklar atsın:) nasıl mutlu oluyo sevgilim benim. Tabi o arada napıyoruz hazır ilgisini birşeye çekebilmişken yemesi lazım gelen şeyleri ağzına biiir birr tıkıyoruzz :)
Oğlum diyorum hadi gel kule yapalım iç içe geçmeli kutucuklar var onlardan. Gelip beni biraz oyalıyor sonra hoop yine mutfaktaa. Tüm ulaşılabilir çekmece dolap vs.. ne varsa içindeki hersey yaa yerde yaa baska  bi Ersagunun gizli yerlerinde ve ne kadar gereksiz oyuncak terlik su şişesi vs varsa onlarda cekmecelerde:) Bu dağınıklık kesinlikle hoşuna gidiyor ben bundan eminim artık. Çünkü bi kere dağıldımı gerisini getirmiyor tamam görev tamamlandı diye hemen baska bir alana yöneliyor. Ama yok hemen o dağıttıktan sonra herseyi yerli yerine koyup toplarsam hiç vakit kaybetmeden o kendi düzenine kendi stiline çeviriyor.

8 Eylül 2011 Perşembe

Ersagun'un cefaks mücadelesi

Yeni kanuna göre devlet hastanelerinde çalışan doktorların özel muaynehane açmaları yasakmış, var olanlarda kapatılmış. Randevu için doktorumuzu aradığımızda öğrendik. Böyle sacma sey olurmu!!  Mecburen Medica nın çocuk doktoruna götürdük, tabi yazılan ilacıda kendi doktorumuzda teyid ettik. Cefaks verdi doktor, Hüsem tadı kötüdür içmesi zor olucak birşeyle karıştırıp verebilirsiniz dedi.
Bu sabah ilk deneyimimiz kötü sonuclandı. Ersagunum sabah yediği iki lokmayıda tüm şurupla birlikte çıkardı :(
Çocuklara ilaç içirmek,  bırak ilacı yemek yedirmek başlıbaşına bir sanat işi...
büyülü güçlerim olsun istiyorum :) hokuuus pokuus vee  kahvaltı yapılmışş vee ilaç içilmiş
Tabi o kadar mücadele ve gözyaşından sonra yorgun düşüp uyudu Canım oğlum Sevgilim Herşeyim

Güzel bebeğim, güler yüzlüm, gülen yüzüm
3-4 gündür sabahları erkenden uyanıp baby tv izlemeyi adet edindik :) çocuk oluyor artık :) salona gelip tüm kapılarıda kapatıyoruz ben gözümü açamadıgım için ne olur ne olmaz diye.. ben koltukta uzanıyorum oğlum da tv izliyor sonra canı sıkıldığında gelip beni uyandırıyor ya kolumu ısırarak ya saçımı çekerek yada yüzüme tokadı indirerek..:) uyanmak için şart koşuyorum "anneye bi öpücük" tüm muzurluğu ve sevimliliğiyle sokulup yüzüme öpüyor beni kokusunu içime çekip kendime geliyorum buu süperr bişey.
Kahvaltımızı hazırlıyoruz birlikte yumurta domates salatalık zeytin peynir tahin pekmez tabi içinden oğlumun tek yediği salatalık ve zeytin. Çaya özenti oğluma pekmezli su hazırlıyorum çay renginde oldugu için hayır demiyor.
Masaya oturuyoruz birlikte bir iki lokma sonra iniyor yere. Sonrası yedirmek için mücadele, reklamları açıp o daldıgı zaman yediriyorum bazen.  Kötü alıştı buna ama ne yapalım aşkta ve savaşta ( burada her ikiside var) herşey mübah :)

...


İş başvurularından haber yok, başvurulara devam.. Başlarsam oğluma ersagunumuza babanne bakıcak. Çocuğu babanneye bırakmak her annenin çekincesidir heralde. Babanneler çok yasak bilmez uyku saati önemli değildir onlar için önemli olan çocugun uyumak istediği saattir :) yemek mi? yemiyosa çok zorlanmamalıdır :) çocuklar üşümezler hareket halindedir çünkü :) hele erkek çocugu sıcağa pek gelmez.
Aslında doğru olan bu, doğruyu söylerler ama anne gönlüne laf geçiremez, benim istediğim düzende olsun, yemek yemedi güçsüz düşecek, aman üşür öyle hasta olurr!! biraz rahat olabailmek büyüğe güvenmek gerekli böyle durumlarda ben bunu nasıl olsa daha zamanı var diye şimdilik erteliyorum.

İşe dönüş şenliğini çook merak ediyorum, oğlumu sabah nasıl bırakacağımı, akşam beni görünce ne tepki vereceğini.. Bana düşkünlüğü azalır mı acaba diye korkuyorum acaba babanneye benden daha düşkün olur mu? Ben öyleydim çünkü! ama eninde sonunda ANNE...


6 Eylül 2011 Salı

salya sümük al yanak oğlum..

Oğluşumuz bugün hasta, aslında iki gündür sümüklerimizle başımız dertte ama bu alışılmış bir durumdu. ersagun hep genzi tıkanık hep burnundan sümüklerini pompayla cektiğimiz bir bebek ama bugun durum başka, o ilk defa öksürüyor..
Az önce babamız işten geldi, ersagun uyandı. mız mız bebeğimiz babasının omzunda salonu turluyor yere bırakıldıgında önce alt dudagını titretiyor eger bikaç saniye içinde duruma müdahele etmezsen yaygarayı koparıyor.
...
Yemeğimizi yedik tabi ersagunum tüm çabalara rağmen hiçbirşey yemedi ama şimdi daha iyi babasıyla oynuyor keyfi yerinde:)
Çocuklar hasta olunca anneye daha düşkün olurlarmış, resmen saldrıyor bana sürekli emmek istiyor.
Afşın bi yandan milli maçı izliyo biyandan da ersagunu oynatmaya çalısıyor ben dinleneyim diye bıraktılar en sonunda kendi halime :)
bi ara pofuduklarına taktı dişledi sımsıkı bırakmadı fotografta görüldüğü gibi :) huysuzlugundan neyapacagını sasırdı böyle devam ederse yarın Hüsem amcayı ziyaret edicez ...